Çoğumuzun sanırım son dönemlerde en çok şikayetlendiği hatta artık şikayetlenemeyecek kadar kanıksadığı ve normalleştirdiği bir durum haline geldi tüm bu hayattan elini ayağını çekme ve beraberinde gelen kaygı,depresyon,umutsuzluk,hiçbir şeyden tat almama duyguları. Bazen eskiye baktığımızda ‘’ulan eskiden ne kadar mutluymuşum, gözümün ışığı pasparlakmış’’ dediği oluyordur çoğumuzun. Sizce de herkes eskiden mutlu muydu? Mutlu ise neden o mutluluğu o içsel huzuru koruyamadık.
Benim buna cevabım çok net: DOĞAMIZDAN UZAKLAŞTIK. Doğamıza uygun yaşamıyoruz. Ha eskiden yaşıyor muyduk, evet tam anlamıyla değil ama hiç bu kadar da uzaklaşmamıştık. Mesela eskiden insanlarla olan sohbetimiz daha derindi dostluklar samimiydi. Birbirimizin gözüne yüzüne bakarak konuşurduk fakat şimdilerde herkesin gözü telefondaki 10-15 saniyelik dopaminimizi sömüren o kısacık videolarda. Bırakın sadece dopamini sömürmesini dikkatimizi de sessizce çalıyor bizden. Bir bakmışsınız ki birileriyle iletişim kurarken keyif alamıyorsunuz çünkü zihin hızlı yoldan dopamin almaya alışmış. Eskiden bu dopamini biriyle sohbet ederek doğada yürüyerek çocukken de oyun oynayarak alırdık. Bakın mesela kaçımız doğayla iç içe yaşar oldu. Çoğumuz evlerde oturup hareket edemez hale geldik. İnsan her ne kadar evrimleşse de doğayla iç içe bir yaratıktır ondandır ki bir hasta ziyaretine gittiğimizde çiçek alırız ya da ateşi izlerken hayranlık duyarız çünkü bize özümüzü hatırlatır.
Doğadan kopup fazlaca betonlar arasına sıkışıp kaldık. Koca koca rezidanslar, içinde binbir mağaza olan AVM ler. Ah şu AVM ler her yerde indirim her yerde acımızı derdimizi alacağını düşündüğümüz maddeler… İnsanın kendi varoluşsal sıkıntılarını gidermek için aldığı bu kadar fazla eşyanın iyileştirici olduğunu düşünmüyorum. Kişi kendi özüne eğilmek veya onu daha iyi tanımak yerine daha da uzaklaşıp yabancılaşıyor. Tüketim toplumunun da yaptığı en temel özünden kaçış, eşyalara sarılmak. Yabancılaşma bir dönem lise edebiyat derslerinde çok sık karşılaştığım bir kavramdı ve pek anlam veremezdim neden şairler yazarlar buna bu kadar değiniyor diye sorardım fakat şimdilerde bunu çok daha iyi anlıyorum.
Bağlanamıyoruz
İnsan doğası gereği bağlanma iç güdüsüyle dünyaya gelir ve onu survıvor yapan da kurduğu bağlardır fakat son dönemlerde gerek romantik ilişkilerde gerek aile ilişkilerinde gerekse de sosyal ilişkilerde herkes birbirine bağlanmaktan kaçınır hale geldi. Öyle ki bağlanmak korkutucu bir hal aldı. ‘’Birine bağlanıp üzülmektense takılır geçerim, aman çok da takmıyorum onu, o gider başkası gelir, onunla uğraşamam’’ gibi gibi sayacağım bir sürü içi boş çürümüş ifade. Emekten uzak tüketime de bi o kadar yakın ifadeler bunlar. Sürekli bir tüketme hali. Peki neden bu hale geldik? Bunun bireysel bir problemden ziyade sistemin getirmiş olduğu bir sorun olduğunu düşünüyorum. Kurulu düzenin (sistemin) kendini döndürmesi için ona itaat eden bireyler yaratması lazım. Bunu da insanı içten içe zayıflatarak yapabilir. Okuyan düşünen insan itaat etmez. Sorgular, süzgeçten geçirir. Bizler sistemin dayattığı maddeleri aldıkça genel akımlara katıldıkça kendimize yabancılaşırız, kendine yabancılaşan başkasına nasıl içten ve derin olsun ki. Onunla nasıl bağ kurabilsin ki? Böylelikle sosyal bir varlık olan insan yalnız ve tek bir varlık haline gelir. Zayıflaşır ve bu tekliğin etrafında yalnızlaşır. Eh tabi sonrası açık: depresyon, kaygı, umutsuzluk, tat alamama…
Düşüncelerimi aktarabildiğim kadarıyla sizinle paylaştım. Toparlayacak olursam insan kendinden uzaklaştıkça birçok psikolojik problemi beraberinde getirir.
